Bugün gelinen noktada hiçbir anormallik yok... Ülke adım adım, göz göre göre buraya sürüklendi... İşin garip tarafı, kanlı elleri sıkanların ve onlara cinayet alanı bırakanların bugün sanki hiçbir kusurları yokmuş gibi davranmaları...
'Kahpe pusu', 'kalleş saldırı' gibi ifadelerle PKK'yı suçlayanların, devlete ve millete kim kahpelik ve kalleşlik yapmış, onu değerlendirmelerinde fayda var... Terörist, adı üzerinde teröristlik yapacak, bunun içinde kahpelik de olacak, kalleşlik de... 'İyi niyetli pusu' veya 'centilmence saldırı' filan mı bekliyoruz?
'Aptallık' veya 'yönetilenleri aptal yerine koymak' bir sistemin resmi ideolojisi olamaz... Olursa kötü olur, şekildeki gibi... Bu 'altın fırsat'ı hangi terörist değerlendirmezdi ki? Geçen yıl Ekim ayında, yani çözüm süreci rayında giderken yayımlanmıştı "PKK militanı olsaydım eğer" başlıklı yazım... Bugün daha anlamlı olduğu için tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim... Okuyunca karar verin, siz PKK militanı olsaydınız eğer ne yapardınız?
***
"Her yaptığım yanıma kâr kaldıkça, bir sonraki darbem için daha büyük bir iştahla motive olurdum... Açık açık ilân etmeme rağmen, amacımı görmeyen, beni 'terörist' değil de 'Vandal' zanneden lobları çürümüş beyinlere içten içe teşekkür ederdim...
Ben T.C.'yi yakıp yıktıkça "Onlara misliyle karşılık vereceğiz" deyip, beş gün sonra 'Önder Apo'nun cezaevi şartlarını düzeltmeye doğru çark eden emir erlerini görünce hangi organımla güleceğimi şaşırırdım... Daha fazla yakma yolunda iştahım açılırdı...
Benimle mücadele etmesi gerekenlerin, ancak yaptıklarımı haberleştirmekle görevli 'ajans'a dönüştürülmesine hayret ederdim... Onu 'haber ajanslığı'na mahkûm eden 'yeni Türkiye'ye minnet duyardım...
Televizyonları işgal eden yoldaşım aydın, gazeteci, sanatçı ve akademisyen gördükçe gurur duyar, 'devrim' yolunda asla yalnız olmadığımı bilirdim... Ayrıca 'karşı' tarafça ucu yakılan mektupların bize ulaşmasını sağlayan 'görevli heval' gazetecileri kalbimin bir köşesinde hep tutardım...
Her türlü ihanetime rağmen bana dokunamayan T.C. karşısında kendime güvenim artar, önümde diz çökenlere şahit oldukça kendimle gurur duyardım... T.C. hukukunun dokunulmazlığım karşısındaki aczini yeni nesilleri motive etmede iyi kullanırdım... 'Vurdukça kazanan, kazandıkça vuran' kimliğim prim yaptıkça halktan daha fazla taraftar toplar, 'altın vuruş'a doğru yol almanın hazzını yaşardım...
Her tarafı ateşe vermek, kırıp dökmek hem çok keyifli, hem de çok kârlı... Trilyonlarca liralık tadilat ihalelerini bölgede başkaları alamayacağına göre, T.C.'nin paralarının yine örgüte akacağını görerek ellerimi ovuştururdum... Bir taşla birden fazla kuşun nasıl vurulacağını göstermenin keyfini kimselere bırakmazdım...
'Önder Apo'nun Nevruz'da okunan o mektubu dâhil, hiçbir yerde silah bırakacağımızı söylemediğimiz hâlde, o silahla istediğimiz gibi adam öldürmemize, karakol ve baraj inşaatlarını basmamıza rağmen, iktidar yandaşlarının silah bırakmayla ilgili devamlı tarih vermesine inanan, bunun gerçekten bir 'çözüm süreci' olduğunu düşünen zavallı kitlelerin saflığına hayret ederdim...
Amacımızın 'demokrasi ve insan hakları' olmadığını, dört parçadan birisi olan 'Kuzey Kürdistan'ı bu topraklardan koparmak olduğunu paslı çivi çakar gibi bütün kafalara çakarken, "Analar ağlamasın" dümeniyle iş bitiren algı tüccarlarını gerçekten takdir ederdim...
Sıktığım her mermi bana yeni mevziler kazandırıyorsa, yaktığım her ateş karşımdaki eziklerin tekrar tekrar masaya 'mağlûp' sıfatıyla oturmasına sebep oluyorsa, indirdiğim her bayrak T.C.'nin egemenliğinde 'sona doğru' anlamı taşıyorsa ve hepsinden önemlisi yaptıklarım karşısında devlet otoritesi 'seyirci'den öteye geçemiyorsa, bu saatten sonra beni kimsenin tutamayacağını düşünürdüm...
Bir PKK militanı olsaydım eğer; bu 'büyük resim'den daha fazla mücadele için yeterli motivasyon, 'altın vuruş' için enerji, devletin düşürüldüğü acizlik karşısında yeterince özgüven stoklardım..."