Basıncın fazlaca yükseldiği, kitleler arasındaki gerginliğin bariz biçimde yükseldiği bir dönemi uzun zamandır yaşıyoruz... İtirazı olanların ‘demokratik denetim’ mekanizmaları tıkandıkça ve iktidarı elinde tutanların tepkilere tahammülsüzlüğüne şımarıklık ve kibir eklendikçe bu tansiyon daha fazla yükseliyor...
Son yerel seçimler söz konusu tansiyonu düşürebilirdi ama olmadı... Yüzde 6.5 oy kaybetse de beklentilerin üzerinde oy alan iktidar partisi bu oyu ‘mutlak galibiyet’ olarak sunabildi... Bundan sonrası için de olgunluk ve toparlayıcılık mesajları vermek yerine, sandığın üzerinde tepinerek ‘meydan okuma’yı tercih etti... Böylece toplumsal barışın ihtiyacı olan oksijen bir başka bahara kaldı... Yolsuzluk iddialarının hiçbir şekilde ortadan kaldırılamamasının doğurduğu kötü psikolojinin ardından ihmal sonucu olduğu kesinleşen felaketlerin gelmesi ve artık zapt edilemeyen sinirler, sistemin ‘sürdürülebilirliğini’ daha da fazla tartışmaya açtı...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ülkenin normalleşmesine katkı yapabilir mi? Doğrusu yapmak zorunda... Eğer buradan da öncekilere benzer bir sonuç çıkarsa, 2015 genel seçimlerinin, bu referandumun gölgesinde ve çıkacak rakamların boyunduruğu altında kalma ihtimali çok yüksek... Bir sonraki seçim 2019’da... Önceki beş yıla bakarak geleceğe doğru projeksiyon tutarsak önümüzdeki beş yılda Türkiye’nin siyasî, sosyal ve hatta ‘coğrafî’ anlamda nereye gelebileceğini cesaretle tahmin edebilen var mı? O yüzden hassas dengeler üzerinde, bilimsel yöntemlerle, kamuoyu araştırmaları eşliğinde çok ince bir strateji yürütmek gerekiyor...
Sürekli ‘eski’nin kötülüklerini aktararak ‘korku pazarlama’ stratejisi uygulayan ve bunda da kabul edelim ki başarılı olan bir iktidar var... İnsanların en azından yarısı ‘eski’ anlayışla rekabet söz konusu olduğunda, defosuna, arızasına, çelişkisine aldırış etmeden bu iktidar yanında hizalanıyor... Bunu ‘onaylamamak’ başka bir şeydir, ‘görmemek’ ise bambaşka bir şey...
Sürekli eski alışkanlıklar ve ideolojik kalıpların etkisinde subjektif yorumlar yerine ‘mevcudu doğru okuma’ ve ona göre planlama yapmanın gereğini vurgulamaya çalışıyoruz... Halk ne istiyor? Halkın endişeleri nasıl giderilir? Halkın oy verme duygusu ne yöne, hangi yöntemle tahrik edilebilir? Ya da aksine nasıl engel olunabilir? Bütün bu sorulara sağlıklı cevaplar arama yerine, halkın eğilimleri önemsenmeden “Biz aday gösteririz, onlar seçer” gibi mantığa saplanılırsa sonuç yine hüsran olabilir... ‘Olabilir’ tahmini galiba yumuşak oldu, düzeltelim ‘kesin olur’...
Bu anlamda eski cumhurbaşkanlarından referans aramaya çıkılması tam da Erdoğan’ın işine gelecek bir hamle... Kişilerin doğruluğu yanlışlığı bu yazının konusu değil, ama ‘toplumsal algı’ açısından karşılığına bakıldığında, araştırıldığında bunun daha mindere çıkılmadan kayıp anlamına geleceği nasıl görülmez, ilginç doğrusu... Biraz daha iddialı bir cümle kurayım: Eski cumhurbaşkanlarından bırakın referans istemeyi, ikisini ‘eşcumhurbaşkanı adayı’ yapın, çarkını iyi kurmuş Tayyip Erdoğan karşısında kazanma ihtimalleri yok... O hâlde burada neyi tercih etmek durumundasınız; ‘hatır’ı mı, yoksa ‘hakikat’i mi?
Eğer burada oyun ‘kazanmak’ üzerine değil de ‘kaybetmek’ üzerine kurulmuşsa o zaman bu yapılan doğrudur... “Mevcut durumda AKP’yi sandıkta yenemiyoruz, bari Cumhurbaşkanı olsun, o zaman yönetimde mutlaka çatlaklar meydana gelecek, böylelikle statüko kendiliğinden bozulacaktır” taktiği söz konusuysa, bu stratejiyi katılmasak da anlamakta zorlanmayız... Çünkü başka türlü eskiye ait bu ‘aile fotoğrafı’nı yorumlamak maalesef mümkün değil...
Bıkmadan usanmadan tekrarlayacağız... Bu Cumhurbaşkanı Meclis’te değil de, halk oyuyla seçileceğine göre, onay vermesi gereken makamın halk olduğunu ve onu ikna etmek gerektiğini hatırlatacağız... Bunun için de el yordamıyla, klişe tavırlarla, tepeden inmecilikle çözüm bulunamayacağını, esas olanın seçmenin eğilimleri olduğunu ikaz edeceğiz...
Muhalefet, ülkede yaşanmış seçim tecrübelerinde ders çıkarmak mecburiyetinde... Eğer bu mağlubiyetler hiç yaşanmamış gibi davranacaksa, Tayyip Erdoğan’ı balkona çıkarmakla sonuçlanan o klasik yöntemlerinde ısrar edecekse, şimdiden Türkiye’ye geçmiş olsun... Yok bu referandumu, Erdoğan’ın arzu ettiği sahada değil de, bir satranç ustası titizliğinde birkaç hamleli düşünüp, sonuç almayı gerçekten isteyen bir tavrı kuşanırsa, işte o zaman ümitlenmek herkesin hakkı...
Süre daralıyor, Türkiye’nin hatırı, her türlü siyasî hatır, önyargı ve aidiyetin üzerindedir...