İnönü’nün Atatürk’ün ölümünden sonra paralara ve pullara kendi resmini bastırması sır değil... Zaten ‘kendi farklarını ortaya koymak’ adına Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sürekli o döneme atıf yapması ve bu örnekleri sıkça dile getirmesi sayesinde duymayan kalmamıştır...
İnönü tek parti döneminin ‘millî şef’iydi ve bu yaptıkları ‘saygı duyulacak’işler olmasa da ‘anlaşılabilir’ durumdu... Zira ortada demokrasi yoktu, İnönü kendisini rejimin sahibi olarak görüyordu... Peki kendi ‘kalite’sini vurgulamak için o günlerle mukayeseye kalkışıp, -üstelik bugünkü ‘demokratik’ düzende- benzer davranışlara öykünmek neyin nesi?
Demokrasilerde ülkeye hizmeti geçtiği var sayılan siyasetçilerin isimleri onlar sağken havaalanlarına, üniversitelere, köprülere, hastanelere, stadyumlara verilmez, meydanlara heykelleri dikilmez... Verilen isimler genellikle o devlet adamlarının ölümünden sonra verilmiş isimlerdir... Fransa’da De Gaulle’ün isminin ölümünden dört yıl sonra inşasına başlanan en büyük havalimanına verilmesi veya İngiltere’deki Churchill Havaalanı gibi...
Batıda aksine örnekler de vardır!. Mesela Mussolini dönemi İtalya’sında her tarafa bu ‘marka’ çakılmıştır... Sadece bir örnek verelim: Bugün ‘Stadio Olimpico di Torino’olan stadın ismi açıldığı 1933 yılında ‘Stadio Municipale Benito Mussolini’ydi... Franko dönemi İspanyası ise bu anlamda tam bir açık hava müzesiydi!..
Bizde açılışı bir Kasım ayında yapılacak stada tabii ki İnönü’nün adı verilecekti, çünkü yıl 1947’ydi!.. Demokrat Parti iktidara gelince bu ismi Mithat Paşa’ya çevirdi... Stada tekrar İnönü ismi verilmesi için ölümü yani 1973 beklenecekti... Yakın tarihe göz gezdirdiğimizde Cemal Gürsel ve Kenan Evren gibi darbe sonrası cumhurbaşkanlarının isimlerini çokça görebiliriz...
Başbakanlardan Ecevit ve Erbakan’ın hakkını teslim etmek gerekiyor... Güç ellerindeyken isimlerini hiç bir tabelaya iliştirmediler... İsimleri verilen üniversiteleri Süleyman Demirel Üniversitesi’yle karıştırmak lâzım...
Süleyman Demirel Üniversitesi Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde açıldı... Oysa diğer ikisi onların ölümünden sonra şimdiki iktidar tarafından gerçekleştirildi... Belediyeci kurnazlığı, yağcılığı veya işgüzarlığıyla konulmuş yüzlerce bulvar ve cadde ismi de ayrıca sayabiliriz...
Gelelim şimdikilere... İnönü’yü, ‘seçkinci’ yönetim şeklini ve ‘dikta’yı sıkça dile getiren ‘mütevazi’ Başbakanımız ile ‘demircinin oğlu-halktan biri’Cumhurbaşkanımızın isimleriyle devlet üniversiteleri açıldı... İsimlerini her fâni gibi tadacakları ölümden sonra gelecek kuşakların takdirine bırakmaktansa, tedbirli davranıp kendileri sağken ‘sağlam’a aldılar... Başbakan’ın Gül’e göre bir de artısı var; Recep Tayyip Erdoğan Stadı!.. Gerçi kendilerini suçlamayalım hemen, bu tasarruf onlardan değil, ‘yetkili kurullar’dan kaynaklanmış olmalıdır!..
Bu durumda Erdoğan-İnönü mukayesesi -söz konusu anlamda- doğru duruyor mu sizce? Şu ana kadar paraların üzerine Erdoğan’ın resminin basılmamış olmasını ‘tevazu delili’ sayacak olursak ancak durumu kurtarabiliriz galiba!.. Türkiye’nin bu hâlini ve yönetici kültürünü Batı demokrasileriyle karşılaştıramayacağımıza göre, Kuzey Kore’ye, isimlerini dağa taşa kazıyan komünist dönem bakiyesi Asya diktatörlüklerine, hezimetten bile zafer edebiyatı çıkarmayı bilen Ortadoğu’lu despotlara ve petrol geliriyle ismini altın yaldızlarla nereye nakşedeceğini bilemeyen Körfez şeyhlerine bakıp “Buna da şükür” dememiz gerekiyor!.. Ya şehirlerimize Leningrad veya Stalingrad türü isimler koymaya kalkışılsaydı değil mi?
Bu arada yakışanı da takdir etmek lâzım... Meselâ açılım sürecindeki kilit rolüyle tarihî bir kişilik olduğu tescillenen Bekir Bozdağ’ın isminin Yerköy’de bir bulvara verilmiş olması gerçekten çok önemliydi!..
Dönemindeki sportif başarı ve doping rekoltesindeki patlama dolayısıyla Suat Kılıç’ın adı bir spor kompleksine veya en azından stad önündeki bir köfteci tezgâhına verilmezse haksızlık olur!..