‘Ama’ diye devam etmeden önce şu eleştirilerin hepsine katıldığımı ifade edeyim: 1 Mayıs gösterilerinde 30 santimlik lalelerden hıncını çıkaran örgüt militanlarının birden bire ağaç sevgisiyle donandıklarına inanacak kadar aptal değilim... Kabul...
Başını BDP’li Sırrı Süreyya Önder’lerin çektiği bir eylemde, kızıl bayraklar, Apo posterleri ve Atatürk resimlerinin yan yana getirilmesinden “Bir millet uyanıyor” mesajı üretmek akıl işi değildir... Kabul... Sandık yoluyla iktidar umudu taşımayan parti ve marjinal örgütlerin ‘Arap Baharı’ndan esinlenerek, yakıp yıkma yöntemiyle bir ‘Türk Baharı’ inşaya çalışması, Türkiye’yi, örtülü veya değil, dış müdahalelere açık hâle getirecektir... Kabul...
Hükûmetin açılım politikalarına destek veren, PKK’yı Kürtlerin temsilcisi sayan, açlık grevlerine katılan sanatçı ve yazar takımıyla, ülkenin her köşesine şehitler gelirken tepki koymayan ‘sivil’ unsurların bu eylemlerdeki ‘memleket sevdası’ inandırıcı değildir... Kabul...
Buraya kadar tamam... Ama başka bir şey daha oldu... Bu olumsuz fotoğraflara rağmen, halkın içinden değişik kesimler -ki bu sadece organizeyle açıklanamaz- ilk defa bu tür eylemlerin içinde yer aldılar... İte-kaka değil, gönüllü biçimde... Tıpkı 2001 yılındaki malî krizden sonra yaşanan ‘esnaf isyanı’ gibi...
Burada ilk sorgulama yapması gereken, siyasî iktidar ve onun lideri Tayyip Erdoğan’dır... “Ne oldu bu insanlara da öfke patlaması yaşıyorlar?” sorusuna cevap bulmaları gerekiyor... “Bir milyon kişi toplarız” veya Gökçek’in yaptığı “İstersek tükürüğümüzle boğarız” türünden açıklamalar sadece gerilimi artırmaya yarar...
Kibrin, şımarıklık ve şâşânın toplumda nasıl bir gaz birikmesine yol açtığını, herkesin patlamak için yeterli gerekçeye sahip olduğunu göremediler... Ayakları yerden kesen ‘büyüklük hissi’nin yan etkileri bunlar... Muhaliflerinize “Biz her yerde varız, siz Hakkari’ye gidin de görelim” diyordunuz!.. Halbuki bir muhalefet partisinin Hakkari’de miting yapamıyor oluşu da ülkenin güvenliğinden sorumlu Başbakan’ı endişelendirmeli, üzmeliydi... Fakat üzülmek yerine, bu ‘ayrıcalık’tan kostaklanma çıkarmayı tercih edebildiniz... Kadere bakın ki şimdi Ankara’da ‘Kasımpaşa raconu’ yetmeyince, Başbakanlığın korunması için jandarma çağırmak zorunda kalabiliyorsunuz!..
Ülke, ağaç ve AVM gerekçesiyle yanıyor... En sıcak anlarda açıklama yaparken bile, “Ne AVM’si, yok öyle bir şey” demek yerine, artık âdeta pagan dinlerin tapınağına dönüşen AVM için hâlâ “Olabilir” diyorsunuz... Kim bilir, bu yakıp yıkan ‘isyankâr muhalefet’in yeni bir ‘mağduriyet algısı’na yol açabileceğini, bunun açılım sürecinde kaybolan oyları dengeleyebileceğini umuyor olabilirsiniz... Bu mümkün olmasına mümkündür de, ‘çok oy’un ‘daha sağlam iktidar’ anlamına gelmediğini hesaplayamıyorsunuz... Anlamak istemesiniz de yaşanan olaylar ve Türkiye’nin ‘tercihleri her an değişebilir’ türden dış etkiye açık yapısı, muhkem sanılan tahtların bir anda devrilebilecek yapıda olduğunu gösteriyor...
Şimdi ders çıkaracaksınız... Artan servetlerin, büyük şehirlerde yükselen kibir kulelerinin, tek yöne kanalize edilmiş sermaye akışının, T.C.’yi silmek için fırsat kollayan bürokrasinin, PKK sempatizanlarından esirgenen cop ve biber gazının diğer muhaliflere boca edilmesinin, şehit ailelerini dışlamanın, BDP’yle anayasa yapmaya hazırlanmanın, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan efelenmenin, Türk milletine ‘ortak’ tayin etmenin, kamuya personel alırken, tayin ve terfi tercihi kullanırken keyfi davranmanın, medyadaki ağır tekelleşmenin sonuçlarıydı bunlar... Profesyonel parti ve örgüt militanlarının elbette farklı amaçları olabilirdi ama geleneğinde olmayan bir yöntemle bu protestolara karışan masum kesimlerin mesajını almak durumundasınız... Halkı “Ben yaptım oldu” tarzıyla değil, ikna ederek yönetmek zorundasınız...
Çok ümitli olmasam da dilerim ‘Gezi Parkı’, iktidar için ‘Sezi Farkı’ oluşturur...
www.istanbulhaber.com