CHP’nin ‘âkil adamlar’ teklifi hepsini nasıl da heyecanlandırdı... Şimdi büyük çoğunluğu “MHP olmasa da olur, yanınıza BDP’yi de alın bu süreci sonuca götürün” tavsiyesinde bulunuyor... Eh yeri gelmişken, medyanın bu ‘âkil gazeteciler’inin organize olma ve sonuç alma yöntemiyle ilgili becerilerini bir daha hatırlayalım...
Hürriyet’ten Ertuğul Özkök, Yargıtay’ca onanan Apo’nun idam kararının infazına karşı çıkarken, idamı isteyenleri ‘darağacı üzerinden siyaset yapmak’ la suçlamış ve onların ekarte edilip, aklımızla mantığımızla karar vermemizi tavsiye etmişti... Ardından şu sözlerle de havucu milletin ağzına doğru uzatmıştı: “Bunun sonunda ülkemiz uzun yıllardan beri hakkettiği barışa kavuşur...”
Eh, tamamen gerçekleşmiş bu ‘sevilesi’ öngörü Ertuğrul Özkök’le sınırlı değildi...
Yeni Şafak’tan Fehmi Koru’ya göre, “İdam kararının infazı Türkiye’yi dış dünyadan kopartan, içe kapatan bir sonuç verecek, içeride de temel hak ve özgürlükler mücadelesini sakatlayacaktır. Bu tehlikeli bir gelişme...”
Görüldüğü üzere, sağolsun Fehmi Koru da önceliğe ‘memleket’i almış, ‘sağduyulu düşünmenin, aklı hislerin önüne almanın zamanı’ olduğunu nasihat etmeden geçememiş!.. Onun da ne kadar doğru analiz yaptığı, memleketi, hak ve özgürlükler mücadelesini nasıl da bir makalede kurtardığı bugün daha iyi anlaşılmış durumda!..
Ömer Çelik’i de atlamayalım... O da, ‘idam kararının infaz edilmesi halinde Türkiye’nin demokratik süreçten dışlanacağı’ tehlikesini milletin gözüne soktuktan sonra şu ültimatomla iddiasını tamamlamıştı: “Öcalan’ın idamı, siyasetin işleme şansını da, Türkiye’nin demokratik kanallarla dünyaya katılma şansını da gömecektir...”
Hürriyet’ten Tufan Türenç, o ince ruhunu yazıya yansıtmış, çocuklarımızı düşünerek idama karşı çıkmıştı!.. Türenç “Bu idam Avrupa camiasından tecrit edilmemize neden olacaksa, bunun için çocuklarımızın geleceğini feda etmeye değer mi?” diye ikaz etmişti... Şükür ki, bu ikazlar yerini buldu da, çocuklarımız kurtulmuş oldu!..
Oktay Ekşi de, mahkemenin kararına sevinenlere kızmış, onları ‘30-40 yıl öncesinin Afrika’sında, eline bir beyaz derili insan düşmüş gibi tamtamlar çalarak sevinenler’e benzetmiş, onlara şu aklı vermişti: “Aynı Afrika’nın artık demokrasiyle yönetilmeyi deneyecek düzeye geldiğini görmeli ve kendinizi yamyamların düzeyinden kurtarmalısınız!..”
Cumhuriyet’i atlamayalım... Orhan Birgit, ‘Uygar ulusların en azılı caniler için bile artık idam cezası uygulamadığı’nı müjdelemiş, Danyal Oral Çalışlar ise, “15 yıllık büyük acıların ardından, Güneydoğu’da sular durulurken, halk rahatlamışken, ölüm uzaklaşırken, yeni çatışmaları kışkırtacak çatışmalardan uzak durmak gerekiyor” diyerek, infaz karşıtı lobide sağlam bir yere oturmuştu!.. Şayet bugün sular durulmuşsa, halk rahatlamışsa, ölüm uzaklaşmışsa, yeni çatışmalar olmuyorsa, hiç şüphe yok ki, bunda Danyal Oral Çalışlar gibilerin büyük payı vardır!.. Aynı gazeteden Hikmet Çetinkaya da infazın Türkiye’nin yararına değil, zararına olacağını, Öcalan’ın asılmasının Türkiye’nin demokratikleşmesine darbe vuracağını öne sürmüştü...
Milliyet’te Şükrü Elekdağ, “Türkiye’de barış ve huzurun yaşaması için Öcalan yaşamalı” derken, Doğan Heper, ‘infazın sadece intikam duygularını tatmin edeceğini, ancak genel ve sürekli çıkara hizmet etmeyeceğini’ buyurmuştu...
Duayen isim Güneri Cıvaoğlu da, olgun gazeteci edasıyla, ‘bu duyarlı konuda sağduyumuzu korumamız’ gerektiğini hatırlattıktan sonra, bunun yolunu da göstermişti: “İnsanlarımızın derin acılarını yüreğimizde hissetmeliyiz” demiş ve cümleye ‘ama’ ile devam etmişti... O ‘ama’ da mâlum...
Aynı gazeteden Taha Akyol, diğerlerine oranla daha düşük dozajlı da olsa aynı eksende yazmıştı... Ona göre, ‘Türkiye’nin iç ahengi ve dış itibarı bunu gerektiriyor’du!..
Doğan grubunun diğer kanattaki temsilcilerinden Radikal, bu konuda lafı eveleyip gevelemeden daha ‘radikal’ dillendirmişti... Haluk Şahin, ‘duygulardan arınmak, toplumsal sağduyu, akıl ve sükûnet’ gibi klasik edebiyattan sonra, Türkiye’nin bu dâvâyla bir yol ayrımına girdiğini yazmıştı... Bu yol ayrımı da şuydu: “Avrupalı olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?” Sorduğu bu soruya, yine kendisi bir başka soruyla cevap vermişti: “Kovboy filmlerindeki gibi, ağaca ip fırlatıp Apo’yu sallandırmak doğru mudur?” demiş ve “Sanmıyoruz” diye ilave etmişti...
O gün Emin Çölaşan’dan da farklı ses çıkmamıştı... Köşesinde, “İdamı bin kez hakketmiştir” dedikten sonra o da diğer ‘âkil gazeteciler’ gibi ‘ama’ ile devam ederek, “ülkemizin çıkarları için idam edilmeyebilir”le cümleyi bitirmişti...
Doğan Grubu’nun amiral gemisi Hürriyet bu kampanyanın da adeta amiral gemisi olmuştu... O günlerde Hürriyet’te yazan Fatih Altaylı, kalbinin başka aklının başka şeyler söylediğini ifade ederken, Sedat Ergin de aynı paralelde yazdığı yazısını şu sözlerle hükümeti korkutarak tamamlamıştı: “Hükümet Öcalan konusundaki adımlarını atarken, Avrupa sistemi içinde kalıp kalmak istemediğine de karar vermek zorundadır!..”
Bu değerlendirmeler, adı geçen gazete ve yazarların farklı tarihlerdeki yazılarından derlenmiş değildir... Hepsi, idamın onama kararının verildiği günü takip eden gün, yani 26 Kasım 1999’da yayımlanmıştır...
Cumhuriyetçi, İslamcı, ulusalcı, solcu, liberal damgalı bir sürü ‘âkil gazeteci’ aynı amaç uğruna nasıl bir araya gelmişler ve üç liderin yapacağı o uğursuz toplantıdan önce nasıl bir kampanyayı harekete geçirmişler?
Dikkat edilirse, bunlardan kötü fikir sâdır olmaz!.. Hepsi bu organizasyonu, ‘ülkenin menfaati’, ‘demokratikleşme’, ‘akan kanın durması’, ‘barış ve huzurun korunması’, ‘çocuklarımızın geleceği’, ‘terörün bitirilmesi’ ve ‘Avrupa’yla ilişkilerin devamı’ gibi masum gerekçelere oturtmuşlar... Bugün geldiğimiz noktayla, bu gerekçeleri yan yana koyduğumuzda ne kadar haklı çıktıkları da ortadadır!..
Adeta tek merkezden yönetiliyormuşçasına son derece başarılı bir kampanya yürütülmüştür...
İşte medyanın ‘âkil adamları’ kamuoyunu böyle oluşturmuşlardır...