Özal döneminde de ben korkuyordum Özal’ın yağdanlıkları korkmuyordu.
Nazlı Ilıcak…
Şimdi de yağdanlık sırası sende.
Ama seni biz veliahdın Mehmet Ali ile birlikte Tercüman Gazetesi aracılığı ile Türk halkında topladığın ve vermediğin televizyon paralarından tanıyoruz.
Anlaşılan; aç kalan vurguncular.
Açıkta kalan bürokratlar.
İhanete bulaşan kalem erbabı.
Bu dönem korkularını yalakalık ve yağcılıkla bertaraf etmeye…
Ve de rahat edip, beslenmeye devam etmeye çalışıyorlar.
*
“Haddinizi bileceksiniz, bize ters bakmayacaksınız”
BDP vekili Sırrı Sakık.
Milli Savunma Bakanlığı bütçesi görüşülürken.
Orada bulunan paşalara bakarak.
Bu sözleri söylüyor.
Alıştı hergeleler.
Ayaklarına mahkeme götürüp merasimle puşt karşıladıkları günlerden geldiler.
*
Açılımın nimetleriyle çanaklarını doldura doldura beslene beslene geldiler.
Ve paşalara bu sözleri söyleyecek kadar cesaretlendiler.
Ne yapsın paşalar?
Hatsal, Silivri gözlerinin önünde…
Haddinizi bilin diyen bir çakala ancak bakışlarıyla cevap veriyorlar.
*
Bir hikâye anlatırlar bizim köylerde; kaynağını anlatan da bilmez.
Sadrazam bir köyden geçerken bir eşeği döven köylüyü görür, yanına varır, neden dövdüğünü sorar.
Köylü tek kelimede özetler.
“Efendim, bu hayvan çok şerefsiz”
Şerefsizler sadrazam gözünde itibarlı olunca sadrazam talimatları yağdırır.
“buna her gün bir çerik arpa yedireceksin, besleyeceksin kırk gün sonra sadarete getireceksin”
Der, eşeğin de karnına bir mühür basıp çekip gider.
Gariban başlar şerefsiz dediği hayvanı beslemeye.
Kırk gün sonra alıp götürür saraya ve sarayın içinde bir ağaca bağlayıp merdivenleri çıkarken şerefsiz hayvan başlar anırmaya…
Öfkelenir, dişini sıkar ama ne yapsın, sadrazamın mührü var karnında.
Anıran şerefsiz hayvana bakıp dişini sıkara.
“Gıçını dayadın sadrazama anır şerefsiz, anır bakalım” der.
Bu ülkede olanlara bakınca bu hikâye aklıma gelir.