Beyefendi yine huzurda…
Cam ekrandan heyecanla okuyup haykırıyor…
Konu ekmek olunca onun mübarekliğine değiniyor…
Sonra ikiye ayırıyor halkı…
- Ekmeği bulamayanlar…
- Ekmeği çöpe atanlar…
*
Ya 3 ?...
Onu neden söylemiyorsun?
Dokunur değil mi?
*
Ben bunu şöyle tasnif ediyorum…
- Ekmeği bulamayacak kadar işsiz, geçim darlığına düşürülmüş aç kalanlar…
- Ekmeği bulamayacak kadar aç bırakılmış ve devletten ekmek alacak derecede düşkünleştirilmiş, oy depoları…
- Ekmeği helalinden kazanabilecek imkana sahip olanlar…
- Haram kazanmak için her devrin köpekleştirdiği karakterler…
- Devletten milletin hakkını çalmak için siyaset yapan şereften mahrum kişiler…
- Milletin malını devletin yasalarındaki boşluklardan yararlanarak yiyen siyasetçi yandaşları, yakınları ve akrabaları, aileleri…
- Bulundukları makamdan beslene ve gözü hiçbir ihaneti görmeyen alnı secdeli İbn-i Sebe mayalılar…
- Bilcümle şerefsizlere milletin hakkını yediren makam sahibi alçaklar…
*
En doğru tasnif budur beyefendi.
Ama bu tasnifi yapamazsın, yaptırmazlar sana…
Belki sen de sana göre haklısın…
Hani derler ya…
Susmam, susmak da istemem: ah şu evlad-ü ıyal olmasa…
*
Ağlaşarak derdini anlatan beyefendi de var…
Duygulanarak, dudakları titreyerek ağlayarak söyler münafıkça sözleri…
Tek değil elbette…
Başındaki beyefendi de öyle…
Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu ağlayarak okudu…
Oy aldı safdil olanlardan…
*
Öteki de Kürt vatandaşların değil de ihanete bulaşmış Kürt vatandaşların oylarına talip…
Onların burun direklerini sızlatmak için ha bire ağlıyor.
Ama öte yandan milli direkleri yıkacak kadar onların dümen suyuna giriyor…
*
Münafıkların inanışları böyledir.
Varırlar bizde sendeniz, derler…
Ayrılırlar onunla alay ettim, böyle yapmam menfaatimizedir, derler…
Eğer İbn-ü Se’lül yaşasaydı bunların dizlerinin dibinde edeple münafıklık dersi talim ederdi…