Bir hikâye anlatırlar bizim köylerde; kaynağını anlatan da bilmez.
Sadrazam bir köyden geçerken bir eşeği döven köylüyü görür, yanına varır, neden dövdüğünü sorar.
Köylü tek kelimede özetler.
“Efendim, bu hayvan çok şerefsiz”
Şerefsizler sadrazam gözünde itibarlı olunca sadrazam talimatları yağdırır.
“buna her gün bir çerik arpa yedireceksin, besleyeceksin kırk gün sonra sadarete getireceksin”
Der, eşeğin de karnına bir mühür basıp çekip gider.
Gariban başlar şerefsiz dediği hayvanı beslemeye.
Kırk gün sonra alıp götürür saraya ve sarayın içinde bir ağaca bağlayıp merdivenleri çıkarken şerefsiz hayvan başlar anırmaya…
Öfkelenir, dişini sıkar ama ne yapsın, sadrazamın mührü var karnında.
Anıran şerefsiz hayvana bakıp dişini sıkarak.
“Gıçını dayadın sadrazama anır şerefsiz, anır bakalım” der.
*
Bu ülkede olanlara bakınca bu hikâye aklıma gelir.
*
Bir hain başı ülkede huzur getirmeye, demokrasiyi getirmeye yelteniyor, yol haritalarıyla yönetiyor…
Bir süreç planı çiziyor, oradan yürütüyor, hükümet paketler çıkartıyor ve ihanetin siyasi kanadındaki vekillere soruyor “nasıl buldunuz?” diye…
Az bulduklarını söyleyince “şimdilik bu kadar, daha nice paketler var” diye teselli ediyor, taahhüt ediyor…
*
Yetmiyor…
Öcalan “ben yokum” diye tırsmaya başlayınca apar topar elçiler gidiyor…
Ve gelen cevap “bir hak daha verelim” oluyor…
Yahu bu şerefsiz onbinlerin katili…
Hiç mi zorunuza gitmiyor?
*
Boşalttığınız dağlarda uyuşturucu üretimi hat safhada…
Bayraklarını çekmişler..
Tahkimatlarını güçlendirmişler..
O bölgeye artık mecliste bile “Kürdistan” deme cesaretini yakalamışlar…
Özerklik taleplerini dünya nezdinde dile getiriyorlar…
*
Neden mi?
Yukarıdaki kıssada manasını buluyor…
Bu tehlikeden habersiz benim insanım da hala elindeki şeref mührünü bu ihaneti tasdik için kullanmaya hazırlanıyor…