Zaman gazetesi yazarı, Hüseyin Gülerce CNNTÜRK de diyorki, ‘Biz yıllar önce AB’ya karşı onlar Ortak biz Pazar’ diye ne yazılar yazdık. Ama şimdi öyle düşünmüyoruz, değiştik!’
Doğru herkes başladığı yerde değil. Abdullah Gül 1995’de, AB’ye karşı en sert sözleri ediyordu. Bugün Türkiye’yi AB’ye sokmak için çırpınıyor.
Taç giyen baş, mecburen o tacı oraya oturtanların söylemine katılıyor. Doğruyla başlayanlar yanlışa geçebiliyor. SİSTEM bunun üzerine kurulu değil mi zaten.
SİSTEM yani emperyalizm,hedef ülkelerde, kendine yarayacak ‘siyasiler’, ‘bürokratlar’, ‘gazeteciler’ ‘sivil toplumcular’ ‘sanatçılar’ seçer. Ve dört koldan hedefe ilerler. Hedef, halkı uyandırmadan (kurbağayı sudan sıçratmadan) ülkenin her yanına sızmaktır (suyu kaynama noktasına getirmektir).
Ne zaman, ülkenin herhangi bir mevkiinde, ‘uyanış’ ‘gerçekleri tespit’ ‘oyunu sezme’ ‘geniş kitlelerin farkındalığı’ sözkonusu olursa, yani kurbağa altında ateş yanan tencereden fırlayarak kurtulacağını düşünme noktasına gelirse, SİSTEM’in dışına çıkmak, halkın aklında belirginleşmeye başlarsa, OPERASYONLAR da başlar.
Türkiye’nin Sistem dışına çıkması, sömürüden kurtulması sanayileşmesiyle mümkün. İşte o yüzden küresel efendiler önce Türkiye’nin sanayine göz diktiler.
Şimdi sırtlanlar gibi, küresel finans sempozyumlarında bu toprakları paylaşıyorlar…
Sistem içi ve dışı
1946 itibariyle Türkiye’de siyaset sistem içine alınmıştır. Sistem içi olan siyasiler olur da sistem dışı davranışlar sergilerlerse, önce uyarılır sonra icaplarına bakılır.
Adnan Menderes sistem içi kontrol altındaydı. 1958’de ekonomik durumun yerle bir edildiğini, döviz yedeklerinin sıfırlandığını gördü. Moratoryum ilanı ve Sovyetler Birliği’nden yardım istedi. 2 yıl sonra idam edilecekti.
‘1965’de İnönü, moratoryum ilan etmeyi düşündüğünü belirttikten 3 hafta sonra koltuktan indirildi. 67’de Süleyman Demirel başbakanlığa sistem tarafından getirildi. ‘Büyük Türkiye’ hayaline kapıldı ve 1971 de indirildi.
1977’de Amerikan iş çevrelerine özel raporlar hazırlayan Executive Intelligence review, ‘Türkiye’nin dolu dizgin ağır sanayi yatırımları yaptığını, bu gidişle dünyanın birkaç çelik üreticisinden biri haline geleceğini, petro kimya, gübre ve kimyasal maddeler konusunda hızla ilerlediğini, Demirel’in İMF tavsiyelerini dinlemediğini, bu durumun ANCAK ORDUNUN YÖNETİMİ ELE ALMASIYLA önlenebileceğini’ yazmıştır. (Hangi Atatürk s. 195)
3 yıl sonra 1980 darbesi gelişmiş, İMF ve Dünya bankası isteklerinin hepsi yerine getirilmiştir.
Kısacası:
Türkiye’yi denetime almayı yüz yıldır hedef seçmiş olanlar EMRE İTAAT istemektedirler.
Emre itaat
Ülkelere sızma planı çerçevesinde 1950’den beri, Ford, Eisenhower, Rockefeller bursuyla eğitilen parlak gençler ülkelerinde en üst yönetim kadrolarına getirilmiştir. Onlara şöyle emredilir.
‘Üretimi durdur! Ülkeni yabancı sermayeye aç!’
Demirel, Ecevit, Özal, emre itaat etmişlerdir. Sonuncusu 24 Ocak kararlarıyla Türkiye ekonomisinin belini kırmıştır. Emir devam eder. ‘Küçül, parçalara bölün!’
1990’da Özal BAŞKANLIK SİSTEMİNİ de Anayasa değişikliğini de gündeme getirmiştir.
1990’larda Demirel ‘EYALET ve FEDERASYON’dan sözetmiştir. Ecevit, uluslar arası TAHKİM’e ve bağımsızlığımızı yok eden onlarca yasaya imza atmıştır..
1999’da, bir zamanlar ‘Toprak işleyenin, su kullananın’ söyleminin sahipleri, ‘Herşey yabancı sermayenin!’ uygulamasına geçmişler, Kemal Derviş gibi bir ekonomik tetikçi ülkeye tebelleş edilmiş, KİT’ler yokolmaya terk edilmiş, özelleştirme kararları tavan yapmıştır. Bahçeli’li Ecevit’li hükümet Danıştay kararlarını hiçe saymıştır..
2000 yılında, Çetin Doğan’ın damadı Dani Lodrik, Merkez Bankasının başına getirilmiş, Türk parasının değeri bir günde yüzde 40 düşüvermiştir.
Halkın unutmadığı işte bunlardır.. 70 yıldır dolu dizgin giden satılan servetin hesabıdır…
AKP tüm bunların devamıdır. Ve tarihin bu döneminde çok daha pervasızdır.. Tek Dünya devleti peşindeki zionistlerin fazla zamanı kalmamıştır. O nedenle planlarını hızla uygulamaya sokuyorlar. Ve bir türlü başeğdiremedikleri Türkiye’ye sahte bir İslam dayatarak, zionist istekleri hayata geçirmeyi planlıyorlar. (Prog Hüseyin Hatemi’nin ‘Gülen cemaatinden Amerikan, Yahudi lobisinin beklentileri vardı. İlk vekâleti onlar verdi.’ açıklaması önemlidir.)
Getirecekleri ‘Son Anayasa, ‘Yeni Dünya Düzenciler için ‘daha çok yerelleşme, daha çabuk federasyon, daha çok kan, daha fazla petrol, daha fazla krom, daha fazla bor, daha fazla su….’ demektir.
İkaz mekanizması
İşte bu ulvi amaçlar için ‘SİSTEM’ total sadakat ister. İktidar da muhalefet de sistem içinde olmak kaydı şartıyla sağa sola dansedebilirler. Sistemin dışına kayıyor gibi görünenler derhal İKAZ edilir. İkazlar, seks kasedi olarak, ses kaydı şeklinde, bazen kurşunla, ve her türlü şantaj veya rüşvetlerle gelebilir. İktidar partileri kadar Muhalefet partilerine de ‘uygun’ kişiler sızdırılır, ana muhalefet formatlanır, ‘akil adamlar’ ‘beyin takımı’ ustalıkla seçilir yerleştirilir.
Muhalefet, SİSTEM İÇİNDE uslu uslu giderken, sadakatsizlik yapar, durduğu yeri unutur, gerçekleri halka açıklamaya başlar, ve açıklamalar halkta yankı bulursa başına gelmeyecek şey yoktur!
Kısacası SİSTEM İÇİ olmak kaydıyla ‘demokrasi’ vardır. Sistemin dışına çıkanlar küresel dikta ve içerdeki uzantılarınca önce İKAZ sonra HAL’LEDİLİR:
Muhalefete duyurulur!
1 Ekimde seçim çalışmalarına başlayacak olan MUHALEFETE bu milletin mensupları yazar çizerleri olarak sesleniyoruz.
Muhalefet önümüzdeki seçimlerde kazanmak istiyorsa, KEMAL DERVİŞ’lerin gözlüğüyle değil, Türk milletinin gözüyle duruma bakmalıdır. Pensilvanya’ya göz kırpmayı bırakmalıdır.
CFR’ye* Bilderberg’e*, Davos’a, Avrupa’ya koşacağına Tunceli’ye, Erzurum’a Samsun’a, Hatay’a koşmalıdır.
Küresel ‘aydınlar’ yerine, Milli aydınlarla fikir teatisi yapmalıdır.
Brüksel ve Washington hattına parmak kaldırmaktan vazgeçip, Ankara merkezli iç ve dış politikalarını, önerilerini açıklamalı, kendilerine ‘Neo Kemalizm’ adı altında Atatürk düşmanlığı tavsiye edenlere tokat gibi cevaplar vermelidir.
Ey tüm Muhalif merciler! Nerede durduğunuza bir daha bakın. Burası Yedi Düvel Anayasası ile ‘bölünmek’ istenen bir ülkedir! Tavrınızı ona göre alın. 2005’de ABD ‘Fas’dan Pakistan’a 22 ülkeyi böleceklerini’ açıklamıştır. Bu harita içinde Türkiye’de vardır!
Vamık Volkan’dan toplum mühendisliği tavsiyeleri alıp, ‘Acıyı anlamak’ ‘önyargılardan arınmak’ ‘daha fazla demokrasi’ gibi politik psikoloji tuzaklarına düşmeden , bu ülkenin her bir vatandaşının demokrasi ihtiyacının ANCAK, BAĞIMSIZ MİLLİ BİR EKONOMİYLE mümkün olacağı halka anlatılmalıdır.
Post modern Sosyolojik yaklaşımlarla, ya da naftalin kokulu hamasi söylemlerle gidilecek yol kalmamıştır.
Halka yaslanmak!
Hele hele, CHP’nin sosyal demokrasi söylemi tümüyle ÇAĞDIŞIDIR! Bu söylem de çıkmaz sokaktır. Sencer Ayata bey tarif verdi bir televizyon programında: ‘Sosyal demokrasi, emekle sermayenin yaklaşmasını sağlamaktır!’ diye…
Sosyal demokrasi tarih sahnesinde kapitalizm için oynadığı rolün artık en sonundadır.
4C ile köleleşmiş emekçi ile ülkeyi kuşatmış yabancı sermaye arasında ‘yakınlaşma’ dan sözetmek bile AKP’den daha geri bir noktaya düşmek demektir.
Özetlersek, beyin kadrolarını AB ABD tedrisatından geçmiş ve geçmekte olanlarla dolduran, ABD memurlarıyla yakın ilişkili olarak ve onların ‘demokrasi projesine’ uygun davranarak seçime hazırlanan, ‘arkamızda BATI olmazsa, kazanamayız ki…’ aczine düşen, muhalefet mensupları bilsinler ki hiçbir zaman kazanamayacaklar. Çünkü iktidara ve içinde bulunduğu SİSTEM’e ZIT seçenekleri belirleyip ortaya koyamayan muhalefet kaybetmeye mahkumdur.
Bu ülke halkının, yüzde 90’a yakın ABD politikalarına , yüzde 70’i Avrupa politikalarına HAYIR diyor... Washington -Brüksel hattına parmak kaldırmak yerine, HALKINA yaslanan siyasi ERK, eninde sonunda kazanacaktır...