Kurşunlar sıyırıp geçiyor ama barut, kokusunu bırakıyor.Ne yapayım burnum hassas’ diyen Uğur Yücel bizi posta kutusunda ağırladı. Son filminde açılışı yapan Güneydoğu’dan, kapanıştaki 'kul'dan bahsetti
Yıllardır ekranlarımızda.Canlandırdığı karakterlerin inandırıcılığından olsa gerek pek çokları için mahalleden biri gibi. Çok kişi onunla ''Bir tek atıp iki çift laf etmek ne güzel olurdu'' diye düşünüyor ama o insanları 'ağırlamayı' pek sevmiyor:
''Kalabalıkta yürümek bile, gündelik konuşmalar, hayata karışıp mutluymuş gibi yapmak bile şebeklik. İnsanları ağırlamak zor'' diyor.
Kalabalıkta yürümeyi sevmeyen oyuncu ve yönetmen Uğur Yücel’le yeni filmi Ejder Kapanı vesilesiyle temas etme imkânı bulduk. Ama yazılı olarak.
Üç yıldır yüzyüze söyleşi vermeyen Yücel bizim sorularımızı da e-postayla yanıtladı. Üçüncü kez yönetmenlik koltuğuna oturduğu filminden, filmde açılışı yapan Güneydoğu’dan, kapanıştaki ruhâni âlemden bahsetti. Bir de “Yeni çıkıyorum ortalığa” deyip, gelecek ‘gümbürtülü’ filmlerine dair ipuçları verdi.
Şimdi siz bu satırları yazarken, filmle ilgili süreç hangi noktada? Gösterime girdi mi, ilk tepkiler nasıl?
Filmin ilk haftası sürüyor sinemalarda. Tepkiler genellikle olumlu; beğeniyorlar. Bu tür filmlerde en önemli ölçüt sinemadan çıkan seyircinin ne diyeceği. Onu önümüzdeki Pazartesi daha iyi anlayacağız.
Önümüzdeki Pazartesi’yi beklerken sizin ruh haliniz nasıl? İçinize sinmiş bir film yapmış olmanın rahatlığı mı var mesela, yoksa gişe kaygısı mı?
Bugünlerde tatile çıkmış havasındayım. Dokuz aydır bu filmle yatıp kalkıyorum. Şimdi artık kendime, zevklerime döneyim. Ne yazık ki kulağım gişede. Ve televizyonlardan dışarı çıkmayın alarm diye bağırıyor insanlar. Yine de iyi seyirci yapacaktır.
Ejder Kapanı’nda ilk kez başkasının yazdığı bir senaryoyu çektiniz. Senaryoda ne vardı da güzel hikaye; iyi film olur bundan diye mi düşündünüz?
Atmosfer, entrika. Polisiye metinler bende film çekme arzusu uyandırıyor.
Ben de onu soracaktım zaten: Siz polisiyeyi, tekinsiz insanları, karanlık mekanları bayağı seviyorsunuz galiba. Neden?
Hayalperest bir çocuktum. Hayallerim alelade değildi. Büyüdük, hayallerimizi filme çeker olduk. Mahalle arasından, arsalardan, koruluklardan, görkemli hayaletlerin anlatıldığı sokak aralarından, deniz kıyısından geliyorum. Bizim semtlerde melankolik bir semte kapanma vardır. Bazıları yıllarca İstanbul’a bile inmezlerdi. Adalı insanlara bakın ne kadar içe dönük masalları ve ruh halleri vardır. Kışları ağızlarında hayaletler dolaştırır boğaz çocukları. Karanlıklar âlemi. Bayılırdım. Sokaklardan geliyor macera severliğim galiba.
Filmde önce, “Güneydoğu’daki savaşın etkilerini göreceğiz”, sanıyoruz. Ama film ilerledikçe yanıldığımız anlıyoruz. Neredeyse “Mesele Vietnam sendromu gibi görünüyor ama hiç öyle değil aslında” diyorsunuz. Hikayeyi böyle kurmak sizce problemli değil mi?
Okunmaya bağlı. O sahnede tavuk keser gibi gırtlak kesen ve şıpın işi birkaç kişiyi tarayıveren bir adam var: Ensar. Sonra elinde makinalıyla kıstırdığı bir kızı salıveren bir adam bu. Rahatlıkla cinayet işleyebilen ama küçük bir kızı salıveren bir karakterle tanışıyorsunuz. Bu filminizin katilini tanıtmak için iyi bir açılış. Demek ki küçük bir kız onun vicdanını kusturabiliyor. Sonra anlıyoruz ki savaşçının kız kardeşine tecavüz edilmiş. Güneydoğu’yu gören Kürt sorununa uzanıyor. Bu da iyi bir tersinleme.
Sizin Yazı Tura filminizde de savaş-sonrası hayatları izlemiştik Ama genelde bu meseleyi hiç konuşmuyoruz, savaşın etkilerinin üzerini örtüyoruz galiba değil mi?
Neyin üstünü örtmüyoruz ki? Memleketin üstünde koyu yeşil bir branda bezi var. Biz onu orasından burasından yırtıp altına bakmak istiyoruz.
Yıllar önce telekomünikasyon hamlesi için dışarıdan uzman getiriliyor. Adam santrale götürülüyor. Telefon tellerine bakıyor: Arapsaçı. Biraz düşünüp soruyor ‘İstanbul’da telefonla konuşabiliyor mu insanlar’ diyor. Herkes atlıyor ‘Tabi efeem, mükemmel efeeem.’ Uzman odadan çıkarken mırıldanıyor. ‘Hiç ellemeyin o zaman böyle kalsın.
İşte, brandayı kaldırdığınızda tekrar ve hızla örtmek istiyorsunuz. Her bakan ‘Bırakın öyle kalsın, ben uğraşamam’ demiş.Tüm bu hakim atmosfere rağmen o brandayı çekiştirip, altında ne olduğunu ısrarla görmek, göstermek isteyenler de var.
Vicdan sahibi olan elele verir, meselemize namusla bakar. Burası benim memleketim. Her atılan kurşun beni sıyırıp geçiyor ki hayattayım. Barut, kokusunu bırakıyor ama. Çocukluğumdan beri barut kokusuyla yaşıyorum. Ne yapayım burnum hassas.
Yönetmenliğini yaptığınız ilk film Yazı-Tura gişede başarısız olunca film için İki beden büyük geldi, erken oldu demiştiniz. O günden bugüne seyirci büyüdü mü sizce? Artık savaşı ve etkilerini daha rahat konuşabileceğimiz bir dönemde miyiz?
Her şeyi rahat konuşacak günler geliyor. Ben inanıyorum.
2006’da Kürt sorunuyla ilgili ‘Savaşın değil barışın dilini konuşalım’ diyen bir metnin altına imza atmışsınız
Atmış mıyım?
Atmışsınız. Gazeteler öyle diyor
Bilmiyorum. Ben metinlerin altına imza atmıyorum. Çıkıp Yazı- Tura yapıyorum. Benim işim de bu olmalı. Yok o seminer, yok bu panel sürtmem. İşimi yaparım.
Açılımla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Açılım çoktan başladı bu ülkede. Özal zamanı. Bağıra bağıra gelecek barış. Ama kolay olmuyor tabi ki.
Peki demokrasi tartışmalarına ne diyorsunuz?
Demokratikleşiyor muyuz yoksa tektipleşmeye doğru mu gidiyoruz?
Demokratikleşiyoruz. Buna çabalayan islamcılar. Çünkü dine Allah’a inanan, ruhen kemale erdiğinde vicdan yakasını bırakmaz onun. Bütün kullar eşittir. Hiçbirine ayrıcalıklı muamele etmek toplumu yönetenlerin haddi değildir. Irkçılık inançsızlıktır.Aramızda kalsın, yakında gümbürtü kopacak!
Bir ara ''Para kazanmak için 10 sene boyunca önüme ne iş gelirse hepsini yapacağım. Sonra istediğim filmleri çekeceğiz demişsiniz. Ejder Kapanı, o 10 senedeki işlerden biri mi?
O lafı söyledikten sonra iki dizi, iki sinema filmi, iki de reklam filmi çektim. Demek ki bir karar vermişim ve uyguluyorum.
İlerde otobiyografinizi yazsanız bu filmle ilgili ne söylersiniz? Hayatınızda nasıl bir yere oturuyor bu film?
Daha üç film çektim. Bu da hiç düşünmediğim, planlarıma koymadığım bir filmdi. Şimdiden nereye koyacağımı kestiremiyorum. Aramızda kalsın ben galiba yeni yeni çıkıyorum ortalığa. Gümbürtülü filmler gelecek yakında. Kollar sıvanıyor ilk filmlerimde.
Sonraki filmlerin hikayeleri hazır duruyor mu bir köşede?
Gelecekle ilgili kenarda duran birkaç senaryo var. Bazen elime alıp baktığımda okkalı işler gibi duruyor. Boşuna umutlanmadığımı anlıyorum. Kendi sesimden gaza gelen bir adam değilim. Sezgilerim beni yanıltmıyor. Güzel filmler izleyeceğiz. Şimdilerde yaptığım işlerle ilgili “Dur bakalım daha neler yapacağız” gibi laflar etmek istemiyorum. Hele bu filmi bir tüketelim.
Daha önce kendimi bırakmak istiyorum.Sadece uzun plan sekanslardan oluşan ve neredeyse ruhsal olarak durağan birkaç tane proje var, demişsiniz. Oysa Ejder Kapanı hızlı akan Hollywoodvari bir film.
Kendinizi bıraktığınız projeler ne zaman ete kemiğe bürünecek?
Yazılı bekleyen bir filmim bu kış çekilecek. Neredeyse on yıl önce yazılmış bir senaryo. Kars’ta çekecektim. Aslında sade bir anlatımı olacak ama gerilim ve aşk filmi. Derin bir sükûnet içindeyken ani ve sert bir yumruğun kamerayı parçalaması gibi bir his taşıyorum.
Bafa Gölü’nden geçerken beni hatırlayıp bir an durun. Eğer su durgunsa biraz bakın. Göl ve çevresindeki dağlar tuhaf bir his yaratacak üzerinizde. Aniden sudan büyük bir ejderha ya da nükleer bir gemi çıkacakmış gibi gelir. Durgunluğun içindeki patlama.
Hadi bana eyvallah
Bir de öyküleriniz varmış elden ele dolaşan.
Var var. Arada bakıp, orasını burasını çekiştirip adam ediyorum. Evcil hayvan muamelesi yapıyorum. Keşke bazılarını sinema yapabilsem.
Ne anlatıyorsunuz bu öykülerde?
Ne demeliyim Fantastik de B-movie çağırışımı yapıyor. Bir kısmında dekor Kuzguncuk ve kimi karakterler Kuzguncuk’lu. Olayların gerçekle ilgisi yok. Tamamen uydurma, kaydırma. Ama hayal ettiğim mekan orası.
Diğeri Prostia adlı bir Rum köyünde 1920’lerdeki Rumların hikayeleri. Fazla anlatmayayım. Ben ötmeye meraklıyım. Sesimi kısayım. Eyvallah...
Kaynak: Taraf Gazetesi
www.istanbulhaber.com