Deniz Gezmiş… Hiç şüphesiz o hepimiz için bir kahraman. Adını ondan alan binlerce çocuk var. Onun ve arkadaşlarının hikâyesini pek çok insan, pek çok kez anlattı. Bu sefer idama giderken yazdığı mektupta “Bilimadamı olsun” diye vasiyet ettiği kardeşi Hamdi Gezmiş abisini Abim Deniz adlı kitapta Can Dündar’a anlatıyor. Aile arşivindeki fotoğraf, mektup ve anılar bir araya geliyor ve tanıdığımız kahramanın bilmediğimiz yüzüyle tanışıyoruz. Yoldaş, arkadaş, devrimci Deniz’i abi ve oğul Deniz olarak bir kez daha seviyoruz. Bu vesileyle hem Hamdi Gezmiş’le tanışmış olduk, hem de onunla ve Dündar’la Deniz’in hikâyesini konuştuk.
Bugüne kadar Deniz ve arkadaşlarının hikâyesi pek çok kitaba konu oldu. Siz kitaba nasıl karar verdiniz?
1972 Mayısı’ndaki travmadan sonra uzun bir süre anılarla yüzleşmek zor geldi. Bu süreçte aile olarak elimizdeki arşiv ve eşyaları titizlikle koruduk. Sonradan, bunların toplumla paylaşılması zamanının geldiğini düşünerek, derli toplu bir şekilde bir kitaba konu edilmesine karar verdik. Tabii, karardan sonraki süreçte usta bir yazar ile işbirliği arayışı ile beraber çalışacağımız yayınevinin seçimi de biraz zaman aldı.
Aralarında sizi çok etkileyen ya da kızdıran oldu mu?
Kitaplar genellikle, 1971 TKHO eylemlerinden başlayıp mahkeme aşaması ve idamlara odaklı bilgiler içeriyordu. Bunların içerisinde iyi niyetli anı ve araştırmalar mutlaka mevcuttu. Ama diğer yandan, tarihsel ve edebi bir katkısı olmayan, yalnızca kazanç ve başka rantlar elde etmeye yönelik kitaplar da yayımlandı. Hele bazıları, kullandıkları kitap adı ile toplumu yanıltıcı kavramlar içeriyordu. Tümünü değerlendirdiğimizde ise aile cephesine ait bilgilerin yetersiz olduğu görülüyordu. Eksik bilgiye dayalı kitaplar ile nemalanma amacı güden kitaplar bizde kızgınlık yarattı.
Abinizin babanızla ayrı bir ilişkisi vardı. Babanız neler düşündü?
Babam bu konuda benden daha hassas düşünüyordu. Oğlunun hatırasına en ufak bir zarar gelmemesini istiyordu. O da anı arşivini dağıtmamak amacıyla, iyi niyetli de olsa mektup veya fotoğraf talep eden kişilere her hangi bir belge vermeye yanaşmıyordu.
Eksik olan neydi size göre?
Abimin politik yönü dışında, insani özelliklerini ve karakter yapısını tam olarak yansıtmıyordu.
Can Dündar’la birlikte çalışmayı neden ve nasıl seçtiniz?
Birçok belgesel ve diğer türlerde yapıtlarla kendini kanıtlamış ve Deniz abimin insani özelliklerini en iyi aktarabileceğine inandığımız usta bir yazar olduğunu düşünerek, ailece Can Dündar’la işbirliğinde karar kıldık. Daha önce de kendisi ile irtibatımız vardı. Bu isteğimizden söz ettiğimizde, anlattığım projeden çok heyecan duyduğunu ve ortaya çıkacak yapıtın kendisi için de onur vesilesi olacağını belirtti.
Herkes sizi abinizin son mektubunda “Bilimadamı olsun” dediği kardeş olarak biliyor. Yanılmıyorsam üniversiteye dönmüştünüz? Bilimadamı oldunuz mu?
Bilindiği gibi bu vasiyet üzerine üniversiteyi bitirir bitirmez İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora çalışmalarına başladım. 1974-77 arasında gerekli seminer ve ihtisas kurlarını geçerek tez aşamasına geldim ki, bu da daha sonra kamuda master olarak değerlendirildi. Bu programın sonunda başka bir okulda akademik bir görev de almayı bekliyordum. Ancak beni yanına almayı düşünen hoca, 70’li yılların bu karışık günlerinde tehditler aldığını ve beni de tehlikeye atamayacağını belirterek, “Senin sorumluluğunu alamam” dedi. Böylece, tez sürecini sonlandıramadım. 2011 yılındaki af yasasından sonra, kaldığım yerden doktora çalışmasına dönene kadar, vasiyetin yüklediği sorumluluk sürekli üzerimdeydi. Tezi bitirdiğimde önemli bir görev yerine getirmiş olacağım.
Siyasetten neden uzak durdunuz?
Abim çeşitli siyasetler tarafından sevilen bir insan haline gelmişti. Bunlara eşit mesafede olabilmek ve belli bir taraf görüntüsünde olup ona zarar vermemek adına, bağımsız kalmayı ve bu nedenle de herhangi bir siyasi parti ya da kuruluşta görev almamayı tercih ettim.
Abinizin aranması, mahkemeleri ve idam cezası sürecinde sizin evde nasıl rüzgârlar eserdi? Neler hissederdiniz?
Mutlaka, ona bir zarar gelecek diye ailece üzülüp tedirgin olurduk. Ben, belki de gençliğin bir sonucu olarak, biraz daha esnek olurdum.
Öyle bir adamın kardeşi olmak nasıl bir duyguydu?
Şimdi de olduğu gibi gurur duyardım.
Kırk yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, bugün neler söylemek istersiniz abiniz hakkında?
Abim de sonuçta bir insandı. Gereksiz yere ölüme gitmeyi o da arzulamazdı. Keşke iktidarlar, daha başlangıçta demokratik talepleri şiddetle bastırmak yerine gençleri anlamayı tercih ederek, bunlardan olumlu sonuçlar çıkartmayı deneselerdi. İşte o zaman hepimiz için kış bahar olurdu.
Can Dündar: “Ben, kahramanın o savaşa nasıl hazırlandığını merak ediyorum”
Sizi Deniz Gezmiş’i yazmaya yönelten neydi?
Çok kitap vardı ama okuduklarım bana eksik geliyordu. Çoğunda Deniz’in yiğitliğini, cesaretini, idealini bulabiliyorduk, ama o efsanenin ardındaki insana, onun aile yaşamına, duygularına, iç dünyasına tam giremiyorduk. Ona dokunamıyorduk. Onu her eylemde en önde olacak kadar cesur yapan arka planı görmüyorduk. Biyografisi kısa ama eksikti; tamamlayamıyorduk. Birçok fotoğrafı vardı; hangisi nerede, ne zaman çekilmişti, yanındakiler kimlerdi, bilmiyorduk. Bu eksiklik duygusu, onu tamamlama dürtüsü yarattı bende…
Kitapta Deniz Gezmiş’in “insani” yönünün; bir oğul, bir kardeş, bir abi olarak nasıl bir insan olduğunun altını çiziyorsunuz. Bu eksik mi kalmıştı?
Evet. Bu boyut eksikti. Biyografileri okunur kılan, kahramanın savaş kazandığı sahneyi anlatması değildir, onu propaganda kitapları da yapar. Ben, kahramanın o savaşa nasıl hazırlandığını, kaybetmek üzere olduğunu hissettiğinde iç dünyasında ne yaşadığını, zaferden ya da hezimetten sonra kendisiyle baş başa kaldığında ne yaptığını merak ediyorum. Deniz’in evde ailesiyle ortak akşam yemeğine oturma âdetine sadakat için her eylemden sonra eve koşturduğunu bilmek, polisçe aranana dek hiç dışarıda yatmadığını öğrenmek, annesiyle şakalaşan, kardeşiyle sütlaç kavgası yapan, babasıyla tartışan yüzlerini görmek, onu çok daha iyi tanımamızı ve anlamamızı sağlıyor bence.
Hem bir gazeteci hem bir yazar olarak Deniz’in yaşamöyküsünde en çok etkileyen nedir?
Cesaret. Hiç kuşkusuz cesaret. Hayatının her zerresine damgasını vuran o gözü kara cesaret. Engel, korku, yılgınlık tanımayan ve darağacına yürüyüşüne kadar süren emsalsiz cesaret. En etkileyici kişisel özellik olarak bunu sayabilirim. İdeolojik olarak ise bugün hepimizi parçalara ayıran, farklı uçlara savuran Kemalizm, Kürt sorunu, silahlı mücadele gibi konularda o kısa ömür ve onca eylem içinde sağlam bir zemin üretebilmesi. Kürt-Türk halklarının kardeşliğine inanışı, Mustafa Kemal’i bağımsızlık savaşçısı olarak konumlandırışı, o dönem kimilerince kurtarıcı sayılan cuntalara uzak duruşu, düşman bildiklerinin bile canına kıyamayışı, onu bugün daha da değerli kılıyor ve neden bugün diriler cansızlaşırken onun dipdiri yaşadığını açıklıyor.
Hamdi ve Deniz’i karşılaştırırsak...
Deniz’in antitezi gibi. O ne kadar ateşli ise Hamdi Gezmiş o kadar dingin, sakin, ölçülü biri. Deniz’in ataklığına karşın kardeşi son derece temkinli. Ama kıyaslamak doğru değil; çünkü Deniz gittikten sonra bile o, hep Deniz’le yaşamış biri. Öte yandan yurtseverlikte, duygusallıkta, idealizmde aynı dalga boyunda oldukları belli.
Deniz bugün yaşasaydı…
Günümüzde herkes Deniz Gezmiş’e “sahip çıkmaya” çalışıyor. CHP, İP, HDP... Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? Özellikle de kitapta da altını çizdiğiniz idamlarda CHP’nin onlar için sadece lider düzeyinde mücadele ettiğini düşünürsek...
C.D.: Belki Deniz’de bir ortak payda buluyorlar, belki Deniz’in tükenmeyen kredisinden yararlanıyorlar, belki de ona sahip çıkmak istiyorlar. Ne olursa olsun, Deniz’i görmezden gelemiyorlar. Son dönem bizi birbirimize rapteden pek az ortak payda kaldığı düşünülürse, Deniz ismi, bu açıdan da Türkiye için bir şanstır. Yeter ki ne yapmaya çalıştığını, neyin mücadelesini verdiğini doğru analiz edelim, bugüne doğru tercüme edelim. Mesela emperyalizmin dümen suyuna girip de Deniz bayrağı taşımak gibi komik durumlara düşmeyelim.
H.G.: Sol ya da sosyal demokrat çizgide olduğunu savunan partilerin, toplum vicdanında bu kadar geniş ölçüde yer edinen bir insana sahip çıkmasının doğal olduğunu düşünüyorum.
Denizler bugün yaşasalardı nasıl bir politik çizgide olurlardı?
C.D.: Bu sıkça gündeme gelen, yanıtlanması zor bir soru. Deniz’in cevabı şu olmuştur: “Biz yaşayamazdık ki…” Çünkü o koşullarda girdikleri yolun sonunu en iyi onlar biliyordu. Ne olacaklarını bilemeyiz, ama ne olmayacaklarını o dönem ispatlamışlardı: Mesela cuntacı, mandacı, teslimiyetçi olmayacaklardı; burası kesin. Bence reklamcı da olmayacaklardı. Çünkü yaşamaları, kazandıkları anlamını taşıyacaktı ki kazanmaları halinde herhalde o kuşak, yaratıcılığını reklam sloganı üretmekte harcamayacaktı. Güncel bir örnek vermek gerekirse, bugün yaşasalar Yırca’da o zeytin ağaçları kesilmeyecek, köylüler o dayağı yemeyecekti. Bunu yapmaya kalkanın karşısına Denizler dikilecekti. O boşluğu hüzünle hissetmiyor muyuz?
H.G.: Bu soruya cevap vermek çok zor. Ama sanıyorum düzen partilerinin yanında olmazdı.