Kimi, toplumumuzdaki çarpıklıklardan söz ediyordu, kimi anne-oğul ilişkisindeki sakatlıklara değiniyordu, kimi kızlar için başka, erkekler için başka (ikiyüzlü) ahlak anlayışımıza lanet ediyordu...
Cinsellikten ne kadar korktuğumuzu irdeliyordu...
Sayfalarca yorum...
Benzer şeyleri yaşamış olanlar...
Erkek anneleri, kız anneleri...
“Çocuklarımızın sahibi değiliz, onlar bağımsız bireyler!” diyenler...
Ama hepsi, “Allah rahmet eylesin, Harun’a yazık oldu!” noktasında birleşiyordu. “Huzur içinde yat çocuk! Affet bizi...” diye yazmış olanlar bile vardı.
Okuduğum mail’ler arasında, morluklara sebep olan kız arkadaşı Ferzan’ı suçlayan bir tek mail bile yoktu.
Ben gazeteciyim, iki tarafla da konuşmak benim görevim. Konuştum.
Harun’un ablası Pınar beni aradı, ben de onu geri aradım...
Aramızda geçen konuşmayı olduğu gibi naklediyorum...
Öncelikle başınız sağ olsun. Harun’un ablasısınız değil mi? Beni aramışsınız. Sizi dinliyorum. Sizin görüşlerinizi de aktarmak isterim...
- Ayşe Hanım, benim annem, oğlunu kaybetti. Tam bir haftadır iğnelerle ayakta duruyor. Zaten tansiyon hastası. Ve biz, annemizi üzmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Bizim bu kadar büyük bir acımız varken, sizin o kızı dinlemeniz bile feci! Onun size röportaj vermesi daha da feci! Bu kadar büyük bir acıyla boğuşurken, bir de gazetecilerle uğraşırsak yanmışız! Hepten kafayı yeriz!
Acınızı anlıyorum...
- Bakın, Harun benim 11 yaş küçüğüm. Ellerimle büyüttüm onu. Benim annem 56 yaşında ve hasta. Bir sürü yaşam mücadelesi vermiş, iki kocasını da toprağa gömmüş bir kadın. Şimdi de evladını toprağa gömdü. Bu kadının bu kadar da üzerine gidilmez ki...
NEDEN SİZE KONUŞUYOR
Anneniz, gazetelere röportaj verdi. Başbakan’a bile şikâyet etti. Ferzan da, bunun üzerine kendi açısını anlattı. “Olayı bir de benden dinleyin” dedi. Anneniz açık açık, “sürtük” demiş, “Oğlumun ölümüne sen sebep oldun” demiş... Tehditler var. O da kendi durumunu anlatıyor. Anneniz, bunları Facebook’a yazmadı mı?
- Gitsin savcılığa di mi ama? Niye size konuşuyor! Hem annem röportaj vermedi. Gazeteciler onu kardeşimin cenazesinde buldu, annem de ayaküstü anlattı...
İyi de, o anlattıkları gazetelerde yayınlandı. Anneniz de, “Her şeyi doğru aktarmışlar, teşekkür ediyorum” diye yazdı. Sonuçta anneniz kendisini ifade etmiş, Ferzan da kendisini ifade ediyor... Ama sizin söylemek istediğiniz başka şeyler varsa, yazayım. Ya da “Olay öyle değil, böyle oldu” diyorsanız...
- Bakın, annem Facebook’unu açmıyor, biz evlatları olarak onun ağzından yazıyoruz...
Yani Facebook’taki o yorumları anneniz yazmadı mı?
- Hayır, biz yazıyoruz. Çünkü annem ayakta duracak güçte değil... Ben kardeşimi kaybetmişim, sinir krizi geçirmişim, yazmam gayet doğal. Şöyle bir şey yaratılıyor, sanki bu kızla, kardeşim arasında büyük bir aşk vardı da, biz onların aşkına engel olduk! Biz kardeşimizi kız gibi yetiştirdik! Ona baskı yaptık! Hayır efendim, yok öyle bir şey! Benim kardeşimin taa ortaokuldan beri bir sevgilisi var. İsmi Merve. O şu an Torbalı’da mimarlık okuyor. Onlarınki ciddi bir ilişkiydi. Ama bu kız, yani Ferzan, sadece günübirlik kaçamak yaptığı bir kız. Bizim gelin adayımız Merve K.. Birbirlerini çok seviyorlardı. Merve şu an perişan, evinden çıkmıyor. Ona da haksızlık değil mi?
İyi de kardeşiniz Harun öldü! Ve Harun, bir taraftan da yetişkin bir insandı... Onun özel hayatına bu kadar müdahale etmek doğru muydu sizce?
- Doğru efendim! Kardeşimiz kötü yola girdi. Onu oradan döndürmek istedik, tabii ki müdahale ettik...
Bu müdahale sonucu çıkan kavgada korkunç şeyler yaşandı. Sonuçta, hayatını kaybetti. Burada, Ferzan’ı suçlamak ne kadar doğru? Kız orada bile değildi...
- Biz kardeşimizi sokaktan bulmadık! Annem onu iyi bir şekilde yetiştirdi, üniversiteye yolladı. Benim annem, bir gün bile oğluna kızmış, tokat atmış bir kadın değil. Hiçbir şeyine de karışmadık. Fakat boynunda, çürük dediğimiz bir morlukla eve geldi. Oraya bir yara bandı yapıştırmıştı. Biz yara bandını açtığımızda, “Ne oldu buraya?” diye sorduğumuzda, saklamaya çalıştı. Kapkara bir çürük yapmış o kız. Ayıptır bu! Terbiyesizliktir! Size soruyorum, siz, kızınızın boynunuzda böyle bir çürük görseniz n’apardınız? Siz müdahale etmez miydiniz?
Çocuğum 18 yaşındaysa bu kadar üzerine gitmezdim. Ben sizin gibi düşünmüyorum...
- Allah kimseye yaşatmasın! Düşmanıma dahi vermesin! Fakat siz de bir annesiniz. Bu kadar da olmaz. 18 yaşında çocuk onlar daha!
ÖRFÜMÜZDE, ADETİMİZDE YOK
Bir kız, kardeşinizin boynunu öptü diye siz onun hayatına müdahale etmek hakkı gördünüz kendinizde...
- Biz o gün sesimizi dahi çıkarmadık. “Olur böyle şeyler” dedik, olayı kapattık. Ama kardeşim bize yalan söyledi, annemi götürmesi gereken bir yer vardı, götürmedi. Gitti kızla buluştu. Oysa, buraya annem için gelmişti. Ailecek üç-beş gün yaşayacaktık. O gün de anneme söz vermiş, fakat annem uyurken Harun evden gitmiş. Nerede olduğunu bilmiyoruz. Biz bu kıza kızdığımız hale, onu istemediğimiz halde, yine onun yanına gitmiş. Sibel denen halası varmış, onların evine kadar gitmiş. Bizim örfümüzde, âdetimizde böyle bir şey olmaz...
Ne olmaz?
- Gidemez o kızın evine. Kız çağıramaz!
O zaman, kız “sürtük” oluyor değil mi?
- Evet, bizim gözümüzde öyle.
O da, “Ben sürtük değilim” diyor... Evet acınız büyük ama siz de bir şekilde onu yargılıyorsunuz, onu orospulukla suçluyorsunuz...
- Evet.
Bakın, burada biri ölüyor. Bundan daha vahim bir şey olabilir mi? Demek ki kardeşiniz, o kızın yanına gitmek istemiş.
- Gitmiş de ne olmuş, oturmuş ağlamış orada. Sonra geri döndü. Söylüyorum, bizim anlayışımızda böyle bir şey yok. Biz buna karşıyız. Bizim örfümüzde, âdetimizde böyle yiyişme filan yok. Ben on yıllık kocamın boynunu emerek sokağa yollamadım. Yollamam. Böyle bir ahlaksızlık yok. Bizim geniş bir sülalemiz var. O çocuk, boynundaki o çürükle insan içine nasıl çıkar? “Sevgilim beni emdi” mi diyecek...
Kardeşiniz hayatını kaybetti! Siz hâlâ boynundaki morlukların peşindesiniz. Değer miydi bütün bunlara?
- Anlatamıyorum ben size. Bizim anlayışımızda bu yok.
MADEM ÖLMEKTEN KORKUYOR GİTSİN SAVCILIĞA
Siz kardeşinizin ölümünden Ferzan’ı mı sorumlu tutuyorsunuz?
- Biz kimseyi suçlamıyoruz. Biz, kadere iman etmiş insanlarız. Harun’un alın yazısı olabilir bu. Yazılmıştır da. Ama bu demek değildir ki, biz bu kızı öldüreceğiz! Madem ölmekten korkuyor, madem bir takım tehditler, tacizler olmuş, gitsin savcılığa. Devlet var, değil mi? Gitsin şikâyetçi olsun. Gazetelere röportaj verip de bizim asabımızı daha da bozmasın. Harun’un üzerinden meşhur mu olmaya çalışıyor? Büyük aşk yaşıyorlarmış da biz büyük aşklarına mı mani olmuşuz? Biz hiç mi aşk yaşamadık? Biz aşka karşı değiliz...
Başka söylemek istediğiniz şey var mı?
- Merve’yle evleneceklerdi. Kız ihanete uğradığına mı yansın, yoksa sevdiği adamın öldüğüne mi...
Ve burada tek suçlu da, sizce Ferzan değil mi?
- Biz kimseyi suçlamıyoruz...
Kardeşiniz madem Merve K.’ye bu kadar âşıktı, neden Ferzan’la bunları yaşadı?
- Bütün erkekler yaşıyor efendim!
O zaman erkeklere de kızmak gerekmiyor mi? Kadınlara neden kızılıyor?
- Bakın, bizim Ferzan’a söylediğimiz, yazdığımız şeyler, sinirlilik anında, ruhsal bozukluk anında yazılmış şeyler. Bundan herhangi bir şikâyeti varsa, size gelmesi yanış. Gitmesi gereken yer savcılıktır. Hem madem Harun’u bu kadar seviyordu, ona âşık olmuştu, kapımızı çalardı, “Teyzecim ben Ferzan, başınız sağ olsun” derdi...
Bu kadar hakaretin uçuştuğu bir ortamda, nasıl gelsin sizin acınızı paylaşsın...
- O zaman gitsin savcılığa! Annemin telefonu da vereyim. Siz, annemle de görüşün...
HAMİŞ: Anneyle konuşmaya vaktim yetmedi, önümüzdeki günlerde onun görüşlerine de yer veririm.
HAMİŞ 2: Pınar, bu konuşmadan sonra beni tekrar aradı. “Annemden özür dilemenizi istiyorum” dedi. “Eğer anneme bir şey olursa, sorumlusu sizsiniz, sizi savcılığa vereceğim!” diye de ekledi. Oysa, beni gazeteden arayıp, konuşmak isteyen kendisiydi...
HABER: AYŞE ARMAN- Hürriyet Gazetesi